Ortaçağ Dönemi Güzellik Anlayışı
Ortaçağ dönemi tarihte karanlık yıllar olarak anlatılır, Avrupa’da kilisenin yargı gücü kadın güzelliği ve bakımında da kendini belli eder. Baskıcı ve sert kurallar etkisinde kadınların güzellik anlayışları da bugünün penceresinden bakıldığında hayli ilginçtir.
Kilise tarafından, bu dönemde doğal bedene müdahale edilmesi iki günaha bağlanır: şehvet ve kibir. Kilisenin ''Tenlerini ilaca boğanlar, yanaklarını kırmızıyla lekeleyenler, gözlerini siyaha boyayanlar Tanrı'ya karşı günah işliyorlar, doğal olan şey Tanrı'nın yaratısıdır, yapay olansa şeytanın'' gibi vaizleri vardır.
Makyajın Tarihi adlı kitabın yazarı Gabriela Hernandezbu dönemi şöyle açıklıyor; "Kadınlar bu nedenle büyücülük için hapsedilmekten ya da öldürülmekten o kadar korkmuşlardı ki, bu süre zarfında herhangi bir makyaj malzemesinin kullanımı büyük ölçüde azalmıştı."
1400'lü yıllarda kadınlar yüksek alınlara, küçük burun ve dudaklara, yumurta şeklinde bir yüze sahip olmak isterlerdi… Masum ve saf bir bebek yüzüne ulaşmak amacı taşıyorlardı. Ortaçağ’ın dini otoritesini göz önünde bulundurduğumuzda, kadınların kendilerini hem manevi dünyalarında hem de dış görünümlerinde, tıpkı günahsız bir bebek gibi olma isteklerini anlayabiliriz.
Dudakları renklendirmenin en yaygın yolu bitki kökü ve çiçek kullanmaktı. Kullanılan bazı ürünler meyveler, pancar ve alkanet çiçeği köküydü. Bu ürünler balsam yapmak için yağlarla karıştırılır veya cilde renk vermek için ham olarak kullanılırdı.
Günümüzde, daha belirgin kaşlarve uzun kirpikler için çaba gösteriyoruz ancak Ortaçağ dönemine baktığımızda oldukça şaşırtıcı bir anlayış olduğu görüyoruz. Ortaçağ kadınları geniş alın ve saç çizgisinin geride olması için saçlarının önlerini traş ederdi ve kimileri de kaşlarını tamamen alırdı. Gözler yüzde kalan tek renkti, çoğunlukla soluk ve yuvarlaktı.
Melekler genellikle sarışın olarak tasvir edildiği için kadınlar tarafından en çok tercih edilen saç rengi sarıydı. Bazıları siyah kükürt, bal ve şap karıştırıp, saçlarının rengini açmak için güneşte beklerlerdi. Bazıları ise opal kolye takarak sarı saçlara ulaşacağına inanırdı. Bu inanışa göre; "Sarı saçlara sahip olmak için tek yapmanız gereken boynunuzda opal taşından bir kolye taşımaktır, bu kolye saçlarınızın kararmasını önleyecektir.’’ İlginçtir ki, daha sonra opal kötü şansla ilişkilendirildi.
Cilt bakımı, ortaçağda çok önemli bir konuydu. Sadece parlak bir cilde sahip olmak için değil lekeleri gizlemek için de önemliydi. Çünkü çiller, benler veya doğum lekeleri büyücülük lekeleri olarak düşünülüyordu... Vücudun üzerindeki herhangi bir iz, kişinin farklı olduğunun kanıtı olduğuna ve farklılıklarının ortaçağda kötülük anlamına geldiğine inanılıyordu. Bu nedenle, lekelerden kurtulmak için merhemler ve tarifler çok önemliydi.
13. yüzyılda yazılan, Ortaçağ Fransız edebiyatının en önemli eserlerinden Roman de la Rose’da Yaşlı Kadın, cilt bakımı hakkında kadınlara aşağıdaki gibi tavsiyeler sunar:
‘’Cildi renk kaybederse ve kalbi bir sebeple acı çekerse, yüzünü boyamak için her zaman odasındaki kutulara gizlenmiş, sulu merhemler bulundurmalıdır. Ama misafirlerinin hiçbirinin koklayamayacağına veya göremeyeceğine dikkat etmelidir: aksi takdirde başı büyük belaya girebilir... Elleri güzel ve kusursuz değilse,yara, leke ve benlerle gölgeleniyorsa, onları çıkarmak için bir iğne; yoksa lekelerini ve kabuklarını gizlemek için ellerine eldiven takmalıdır.’’
Bir Güzellik Öyküsü kitabında yazar Dominique Paquet’in Orta Çağ kadını tasviri:
‘’Ortaçağ güzelliği genç ve yeniyetmedir. Sarışın, kıvırcık, dalgalı ya da örgülü saçları, boynuna ve ellerine yayılıp kendisinde saf ve meleksi bakireyi gözler önüne seren zambak ya da kar rengi teniyle ışıl ışıldır. Derin gamzeli yanakları alev alev yanar, tıpkı "lal ya da kiraz pembesi" dudakları gibi.
Alın "pencere gibidir, yani açıktır, tüyleri alınmıştır, yüksek ve geniş, düz ve ışıl ışıldır. Ortaçağda son derece düşsel bir öğe oluşturan kaşlar koyu renk, "yay gibi" ve ince olmalıdır. Güzel ve insanda arzu uyandıran, iki gözün ya da iki kaşın arasından dümdüz, "doğru", yani düzgün ve ince bir burun çıkar. "Açık renkli ve gülümseyen" gözlerse, kabarık ve yarı saydam göz kapaklarının altında, renginden çok limon suyuna borçlu oldukları bir ışıltıyla parlarlar. Son olarak da yuvarlak ve "çukur" -ucunda bir çukur olan- çene bu kusursuz yüze tatlılık katar. Vücut güzelliğine ilişkin kurallar daha belirsizdir çünkü estetik kaygı gözle görünenle sınırlıdır. İnce ve beli sıkı sıkıya sarılmış kadının sıkı, dik, ufak ve yuvarlak göğüsleri vardır; bel ince, kalçalarsa dardır. Hafifçe eğik sırt ve çıkık karın görüntüyü tamamlar.’’
Ortaçağ döneminde Hıristiyanlık, yaşam ve güzelliğin önemli bir parçasıydı.Ortaçağ kadınları için güzellik ideali Meryem Ana’ydı. Meryem Ana genellikle uzun boyunlu, ince gövdeli, soluk açık tenli, uzun saçlı ve nispeten büyük bir alınla tasvir edilmişti. Güzellik anlayışları hep değişiyor ama bazı şeyler aynı kalıyor: güzellikten elde ettiğimiz zevk... Bu asla değişmeyecek.